Vasat kelimesinin itikadî noktada karşıtları: İfrad (aşırılık) ve tefrid (gevşek davranmak) veya bugünün en meşhur gündem ifadelerinden "haricilik" ve "irca" ehli olmak. Ki bu husus, hutbede anlatılacak kadar kısa bir mesele değildir.

 

Evet! Vasatı yakalamak, gerek itikadî meselelerde ve gerekse amel hususunda.

Vasat kelimesinin itikadî noktada karşıtları: İfrad (aşırılık) ve tefrid (gevşek davranmak) veya bugünün en meşhur gündem ifadelerinden ‘haricilik’ ve ‘irca’ ehli olmak. Ki bu husus, hutbede anlatılacak kadar kısa bir mesele değildir. Ancak zaman zaman bu gibi meselelere de değineceğiz.

Bir de amel noktasında bu vasat kelimesinin karşıtları var. Onlar da ğuluv (aşırı gitmek) ve i'tida' (haddi aşmak).

Bizim bugün ki hutbemiz ğuluv üzerine olacaktır.

Allahu Teala kullarının maslahatına göre kanun koyar ve o şeyi meşru kılar, bununla birlikte getirmiş olduğu ahkâmı kullarının en güçsüz olanına riayet ederek getirir. Bu mevzuyu izah eden bir hadis-i şerif:

Osman b. Ebi'l-Âs'ın haber verdiğine göre kendisi;

"Ya Rasûlallah (s.a.v.), beni kavmime imam yap!" deyince, Rasûlullah (s.a.v.): "Sen onların imamısın. (Namazını kıldırırken) en zayıf olanları­nı göz önünde bulundur ve ezanına ücret almayan bir müezzin edin!" (Sünen-i Ebi Davud, 1/209/531)

Maslahat güçsüz ve zayıf olana riayet etmekle gerçekleşir. Başka bir deyimle herkesin durumunu gözeterek karar vermek ancak bu şekilde olur. Zayıf olanın durumuna göre hüküm vermek güçlü olana zarar vermez, ama güçlü olana nazarı itibar edildiğinde bu zayıfı olumsuz olarak etkiler.

"Dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır." (Hac, 78) İşte bu dinin simgesi haline gelmiştir.

Allah (c.c.)’ın yasaklamış olduğu her şeyden herkes sakınabilir. Ama emretmiş olduğu her emri herkesin yapma imkânı olamaz. Bundan dolayıdır ki Rabb’imiz (c.c.) yasakladığı işleri yapanları cezalandırır. Eğer kulun yasaklardan sakınma gücü olmasaydı, kulu cezalandırmazdı. Kulun yasaklardan kaçınmaya takati olduğu için Allahu Teala onu cezalandırır. Ancak, emirler yasaklar gibi değildir. Çünkü emirler çeşitlidir, kulun güç yettirebildiği olanı olur, olmayanı olur. Bundan dolayıdır ki kulun emirlere güç yetirebilmesi Alahu Teala’ya yakınlaşabilmenin en önemli sebebidir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadında "teklif mala yutak" yani güç yettirilemiyen hususlarda yükümlü kılma yoktur.

Bir hadis-i Kudsî’de Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

"Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibadet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harb ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sev­gili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum!" (Sahih-i Buhari, 21/392/6502)

Farz olan emirleri yapma veya terk etme hususunda sana tercih hakkı verilmemiştir. Ama sünnet ve nafileler böyle değildir, kul yaptıkça ecri artar, yapmadığı zaman farzı terkettiği zamanki gibi azarlanması olmaz. Bunun içindir ki kul farzları yapa yapa beraberinde nafileleri de artırır. Sonunda Allah (c.c.)’ın sevgisine nail olur. Bunun için o hadis-i Kudsî’de Rabb’imiz ne buyuruyor: "Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim!"

Tabii şöyle bir kul tasavvur edilemez; Kul farz ibadetleri terketsin de nafilelerde ciddi olsun. Her ne kadar az nisbette şeytanın sadece bu nafile ibadetleri yerine getittirip, farzı ihmal ettirdiği insanlar olsa da böyle insanlar azınlıktadır.

 

Bir hadis-i şerif ve onun tahlili:

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Rasûlullah (s.a.v.) bize hutbe okuyarak:

- 'Ey cemaat! Allah size haccı farz kılmıştır. Binaenaleyh hac edin!' buyurdular. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak:

- 'Her sene mi ya Rasûlallah?' diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) sükût buyurdu. Hatta o zat sözünü üç defa tekrarladı. Nihayet:

- 'Evet desem (her sene) vacib olur. Siz de buna güç yetiremezsiniz!' buyurdu ve şunu ilave etti:

- 'Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Sizden önce ge­çenler ancak çok sual sormaları ve Peygamberleri hakkında ihtilafa düş­meleri sebebiyle helak olmuşlardır. Ben size bir şey emrettim mi  ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın! Bir şeyden sizi men ettim mi onu derhal bırakın!'" (Sahih-i Müslim, 8/420/3321)

Bu hadiste Rasûlullah (s.a.v.) "Size bir şey emrettim mi ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın!" diye emrettiği hususlarda gücünüz yettiğince ekini getirirken bunu yasak kıldığı hususlarda kullanmamıştır. Yani "gücünüz yettiğince yasakladığımdan sakının" dememiştir. Çünkü yasaklardan kaçınmak kulun istitaatinde yani gücü dahilindedir. Ancak emirlerin hepsini yerine getirmek her kulun gücü dahilinde değildir.

Rasûlullah (s.a.v.) her mevzuda ğuluvdan sakındırmış ve Akabe cemresine atılacak taşları toplama zamanı bakınız sahabesini nasıl uyarmıştır:

İbn-i Abbas (r.a.)'dan şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) Akabe sabahı (yani Akabe cemresine taş atılacak bayramın ilk günü sabahleyin) deve­sinin üstünde olduğu halde (bana hitaben):

'Benim için yerden çakıl taşları topla', buyurdu. Bunun üzerine ben O'nun için yedi aded çakıl taşı topladım. O taşlar, fiske taşları (kadar) di. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) taşları avucunda oynatmaya (veya silkelemeye) ve: 'Ancak şunların emsalini atınız (yani bundan irilerini atmayınız)' buyurmaya başladı. Daha sonra şöyle buyurdu:

'Ey insanlar! Dinde haddi aşmaktan, teşdîd'den sakınınız. Çün­kü sizden öncekileri dinde aşırılık ve teşdîd helak etti.'" (Sünen-i İbni Mace, 9/262/3144)

Burada Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şeytan taşlamada bile "aşırıya gitmeyin" diye ümmetini yönlendiriyor. Hatta bu hususta haddi aşmayı önceki ümmetlerin helak sebebi ile kıyaslamaktadır.

Yine başka bir misal daha ki, o misalde üç sahabe gelip Rasûlullah (s.a.v.)’ ın günlük ibadetlerinin ne olduğunu öğrenmek istediklerinde onlara Rasûlullah (s.a.v.)’in ibadetleri söylenince, Peygamber Efendimizin ibadetlerini azımsadılardı. Hadisin orjinal haline bir bakalım:

Enes ibn Mâlik (r.a.)'ten şöyle rivayet edilmiştir:

"Üç kişi Peygamber'in kadınlarının evlerine geldi de, Peygamber'in ibadetinden soruyorlardı. Bunlara Peygamber'in ibadeti haber verilince kendile­ri bu ibadeti azımsadılar ve:

- 'Biz nerede, Peygamber nerede? Muhakkak Allah Peygamber'inin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir', dediler. İçlerinden biri:

- 'Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım!' dedi. Diğeri de:

- 'Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım!' dedi. Üçüncüsü de:

- 'Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim!' dedi.

Onlar bu sözleri söylerken Rasûlullah (s.a.v.) onların yanlarına çıkageldi de:

- 'Sizler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah'a yemin ederim ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok takvalı olanınız bulunuyorum. Bununla beraber ben oruç tuta­rım, oruçsuz bulunurum, nafile namaz kılarım, (gecenin bir kısmın­da) uyurum, kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim budur.) Her kim benim bu sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir!' buyurdu." (Sahih-i Buhari, Kitab’un-Nikah 17/84/5063)

Bu hadis-i şerifte Sahabe-i Kiram’ın "Allah Peygamber'inin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir" sözlerinden kasıtları nedir? Yani bu Peygamber ibadette azda yapsa çok da yapsa nasıl olsa bağışlanmış, bizim gibi değil. Onun için bizim Peygamber’den daha çok ibadet etmemiz gerekir ve Allah (c.c.)’ın salih kulları olabilmek için Allah (c.c.) için bir takım sözler vermemiz gerekir diye düşündüler. (Bugünki bazı sufiler gibi). Onun için kimisi: "Ben geceleri daima namaz kılacağım!" dedi, kimisi: "Ben her zaman oruç tutacağım!" dedi ve kimisi de: "Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım!" dediler.

Yani onlar "bir kişinin Cennete girebilmesi için ancak bu ciddiyyette ibadet etmesi gereklidir" zu'muna (inancına) kapıldılardı. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) onları uyarıyor ve "Sizin bu yapmakta olduğunuz ibadet türü benim yolum değildir, eğer siz böyle bir yola girerseniz biliniz ki siz bırakın Allah (c.c.) katında takvalı olmayı siz benim ümmetim olma yolundan çıkmış olursunuz" diye onları azarlıyor. Ve şunu da Rasûlullah (s.a.v.) onlara arzediyor: "Bilin ki asıl iş çok ibadette değil bilakis ihlastadır!"

Onun için bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

"Nice oruçlu vardır ki; orucundan kendisine aç kalmaktan baş­ka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki kalkışından kendisine uykusuzluktan başka hiç bir şey hasıl olmaz." (Sünen-i İbni Mace, 5/285/1760)

Bu hususu Rabbimiz (c.c.) Mülk Suresi’nin 2. ayet-i kerimesinde konu edinmiş ve şöyle buyurmuştur:

"O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı!" Bu ayet-i kerimede Rabb’imiz "daha çok iş yapacağınızı denemek için..." gibi bir ifade kullanmamıştır. Bu nasslar da bize ibadetlerde aslolanın ihlas olmasının gerekliliğini gösterir.

İbadette ğuluv ve onun yan etkileri:

- .......Abdullah ibn Amr şöyle dedi: "Babam beni asâletli bir aile kadını ile evlendirdi ve her zaman geçimimiz hususunda göz ku­lak olup, gelininden kocası Abdullah hakkında sorguda bulunurdu. Karım da:

- "Abdullah erkek nev'i arasından öyle güzel bir kocadır ki, biz ona geldiğimizden beri aile döşeğimize ayak basmadı (yatmadı), ör­tülü eteğimizi araştırıp yoklamadı", demiştir.

Babam Amr'ın bu yoldaki incelemeleri uzayınca, nihayet Peygamber'e oğlunun bu halini arzetti. Peygamber de:

- "Abdullah'ı bana getir" buyurdu. Sonra Peygamber (s.a.v.)'e kavuştuğumda bana:

- "Nasıl oruç tutarsın?" diye sordu. Ben de:

- "Her gün!", dedim.

- "Nasıl hatmedersin?" dedi.

- "Her gece!", dedim. Bunun üzerine Peygamber:

- "Her ayın üç gününde oruç tut, her ayda bir Kur'ân'ı oku­yup hatmeyle!" buyurdu.

Ben:

- "Bundan çoğuna da gücüm yetişir", dedim. Peygamber:

- "Öyleyse her haftada üç gün oruç tut!" buyurdu. Ben:

- "Bundan çoğuna da gücüm yetişir", dedim. Peygamber:

- "İki gün iftar et, bir gün oruç tut!" dedi. Ben de:

- "Bundan çoğuna da gücüm yetişir", dedim. Peygamber:

- "Oruçların en fazîletlisi olan Davud Peygamber orucu tut ki, bir gün oruç, bir gün iftardır. Bir de yedi gecede bir kerre Kur'ân'ı okuyup hatmeyle!" buyurdu.

Abdullah sonraları bu hadisi rivayet ederken:

- "Ah keşke ben, Rasûlullah'ın bana verdiği ruhsatı kabul edey­dim, işte şimdi yaşlandım, zayıf düştüm!" diye hayıflanıyordu.

Bundan dolayı ihtiyarlık çağında Abdullah ibn Amr, Kur'ân'ın yedide birini gündüzden ailesinden bazılarının yanında okurdu ve gece okuyacağı Kur'ân'ı gündüz okuyup hazırlardı ki, gece okuması hafiflesin. Oruç hususunda kuvvetli bulunmak isteyince de birkaç gün­ arka arkaya oruç tutmazdı ve bu oruç tutmadığı günleri sayardı ve Peygamber'den ayrıldığı sıradaki ibadet hayatından birşey bırak­mayı çirkin gördüğünden oruç tutmadığı günlerin sayısınca arka ar­kaya oruç tutardı." (Sahih-i Buhari, 17/68/5052)

Bu hadis-i şerifte Amr b. Âs'ın oğlu Abdullah (r.a.) genç yaşlarda iken çokça ibadete kendini vermiş idi, hatta o derecede ki hanımı onun bu halini ifade ederken: "Öyle güzel bir kocadır ki, biz ona geldiğimizden beri aile döşeğimize ayak basmadı (yatmadı), ör­tülü eteğimizi araştırıp yoklamadı!" diyerek edebî bir ifade ile kocasının haline tariz ediyor. Peygamberimiz (s.a.v.) onun bu durumunun vehametini farkedip, ona bir takım ruhsatlar sunuyor, ancak o Sahabe-i Kiram o ruhsatların hepsi bana hafif gelir dercesine en sonki ruhsata kadar hepsini geri çeviriyor. Ama daha sonra yaşlanıp takati azalınca, Peygamberimizin bana sunmuş olduğu daha hafif olan ruhsatları keşke kabul etseydim diye hayıflanıyor. Peygamberimiz hayatta iken kabullenmiş olduğum ruhsatı şimdi Rasûlullah (s.a.v.)’in vefatından sonra da sürdürmek isteyip, o zamana kadar yapagelmiş olduğum ibadeti şimdi de terketmek istemiyorum demiştir. İşte ğuluv kendini yormuş ve yaşlandığı zaman on gün peşpeşe oruç tutmayıp takati toparlayınca daha sonra on gün peşpeşe oruç tutardı. Taki Davud (a.s.)’ın orucunu sürdüregeldiği bir gün tutup bir gün tutmamaya denk getirsin.

Bunun için yine Buhari’de zikri geçen bir hadis-i şerifi zikretmede fayda var:

Âişe şöyle demiştir: "Yanımda Esed oğulları'ndan bir kadın vardı. Bu sırada üzerime Rasûlullah girdi. 'Bu kadın kimdir?' di­ye sordu. 'Fulancadır; geceleyin uyumaz imiş; namazından zikrolundu', dedim. Rasûlullah: '(Bu sözü) bırak, daima takat yetireceğiniz işleri yapınız. Şüphesiz Allah, siz usanmadıkça usanmaz!' buyurdu." (Sahih-i Buhari, 4/431/1151)

Ayrıyeten yine bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz bu din çetindir. Bu dinin içine yumuşak bir şekilde dal! Nefsini Allah’a ibadetten usandırma. Çünkü hızlı bir şekilde atını koşturmaktan atı çatlayıp da atı ölen kişi ne bir mesafe katedebilmiştir, ne de bineceği bir hayvanın sırtını bırakmıştır." (Sünen-i Beyhaki, 3/18/4520)

Efendimiz (s.a.v.) ne kadar da veciz bir ifade kullanmıştır. İşte ğuluv sahibi bu gibi hareketleriyle sünnete sarılayım ve daha çok ibadet edeyim derken hidayet yolundan çıkmış olur.

Özetle, eğer ibadetlerimizin kabul olmasını istiyorsak o amellerimizi yaparken Rasûlullah (s.a.v.)’i kendimize örnek almamız gerekir. Eğer insanları örnek alacak olursak, o zaman hakkı bulamayız. Bir hadiste şöyle buyrulur: "Ümmetim üzerine en çok kortuğum şey, ağızı laf yapan ve Kur’an ile tartışan her münafıktır!"

 

Sonuç olarak:

1- Şer’î Ahkâm kulların maslahatına mutabık olarak vaz edilmiştir.

2- İbadetlerde ölçümüz ve örneğimiz her hususta olduğu gibi Rasûlullah (s.a.v.)’dir.

3- Vasatı yakalamak en zor meseledir.

4- Ğuluv hidayetten uzaklaşmadır.

5- Amellerde alsolan çokluk değil, ihlaslı olmaktır.

ilimdiyari.com
Kaynak : https://ilimdiyari.com/d/245/gunumuzun-en-cetin-meselesi-vasati-yakalamak
Okumaya devam edin