Düşmanın İslâm diyarındaki varlığı sürdüğü müddetçe bunun günahı dünyadaki bütün müslümanların boynundadır. Bu günahtan kurtulabilmesi için tek çare cihad etmeleridir.
Bütün müfessirlerin, muhaddislerin, fakihlerin ve usûlcülerin ittifakına göre; Eğer düşman İslâm diyarına girse veya daha önceki tarihlerde İslâm’a ait olmuş bir toprağı alsalar o bölge halkının tamamının üzerine cihad farz-ı ayn olur. Eğer onlar düşmanı çıkarmakta güçlük çekerlerse bu farziyet buradaki müslümanlara en yakın bölgelerdekileri de içine alır. Bunlar da güç yetiremezse sırasıyla bütün müslümanları kapsayana kadar bu cihad farziyeti genişler.
Böyle bir durumda hiç kimsenin cihadı terk etmesi caiz değildir. Namazı nasıl terk edemezsek cihadı da öylece terk edemeyiz. İşte cihadın herkese farz-ı ayn olduğu bu gibi hallerde evlad babadan, borçlu alacaklısından, kadın kocasından ve köle efendisinden izin almadan cihada gider.
Cihadın farz-ı ayn olarak kalma süresi düşmanı İslâm diyarlarından tamamen atıp, onların bütün pisliklerine son verinceye kadar devam eder. Yeryüzünün herhangi bir beldesinde düşman İslâm toprağına tecavüz etmiş ise, yada tarihin bir döneminde İslâm toprağı olmuş da sonradan düşman istilasına uğramış ise buraların tamamen düşmandan temizleninceye kadar tüm müslümanların sorumluluğu devam eder. Düşmanın İslâm diyarındaki varlığı sürdüğü müddetçe bunun günahı dünyadaki bütün müslümanların boynundadır. Bu günahtan kurtulabilmesi için tek çare cihad etmeleridir.
Öyle ise bugün cihadı terk eden müslüman bir farzı terk etmiş demektir. Ramazan’da özürsüz bir şekilde yiyen içen nasıl ki oruç tutması farz iken bu farziyeti terk etmiştir. Aynen öyle de cihadı terk eden herkes bir farzı terk etmiştir. Yine zengin bir müslüman zekât vermeyince bir farzı terk ettiği gibi bugün cihadı terk eden her müslüman da cihad farzını terk etmiş bir günahkârdır. Hatta cihadı terk eden diğer farzları terk edenden daha da büyük bir günahkârdır.
İslâm’ın cihadı emretmesinin sebeplerinden biri de yeryüzündeki mustaz’afları korumak, zalimlerin pençesinde ezilmekten kurtarmak ve üzerlerindeki zulmü cihadla ortadan kaldırmaktır. Bakınız yüce Allah (celle celâluhu) ne buyuruyor: „(Ey mü’minler!) size ne oluyor ki Allah yolunda, zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa Sûresi, 75)
Bir müslüman nasıl durabilir ve ne şekilde işi yavaştan alabilir ki? Hem de müslüman kadınların zalim düşmanların elinde olduğu bir anda. Bütün fakihlerin ittifakına göre bir müslüman kadın kâfirlerin elinde esir olduğu müddetçe, mal ve can ile cihad etmek farz-ı ayn olur. „Doğuda bir müslüman hanım esir düşse batıdaki müslümanlara varıncaya kadar herkesin o kadını kurtarmaları üzerlerine farzdır!” (Bezzaziye)
Müslüman hanımlar esir iken mü’minler rahat edebilir mi? Oysa İslâm, hakkı müdafaa etmek, kadın, çocuk ve yaşlı- ları himâye etmek içindir. İslâm yeryüzünde adaleti sağlamak için gelmiştir. Rabb’imiz bu konuda şöyle buyuruyor: „Andolsun ki, Biz rasullerimizi, açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, onlarla beraber kitabı ve mizanı indirdik...” (Hadîd Sûresi, 25)
Abdullah Azzam, Cihad Kervanı 1987