"Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma, gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir. O gün başları kalkmış, gözleri kendilerine dönemeyecek şekilde sabit kalmış, gönülleri bomboş halde koşup duracaklardır." (İbrahim, 42-43)
Allah Teala şöyle buyuruyor: "Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahidlerin şahidlik edeceği günde yardım ederiz (zafer veririz)." (Gâfir, 51)
İmam Ebu Câfer b. Cerir Taberî (rh.a.), bu ayete gelince şöyle bir soru yöneltmiştir: "Yahya, Zekeriyya ve Şuâ?yâ gibi bazı peygamberlerin (a.s.) kavimleri tarafından birer birer öldürüldükleri bilinmektedir. Bazıları kavimlerinin arasında çıkıp hicret etmiş ya da göğe çekilmiştir. İbrahim ve İsa (a.s.) gibi. Öyleyse bu dünyadaki nusret (yardım ve zafer) nerededir."
Sonra bu sorusunu, kendisi iki şekilde cevaplandırmıştır: "İlk olarak: Haber genel olarak verilmiş olup, içlerinden bazıları kasdedilmiş olunabilir. Lugat'ta bu kural caizdir. İkinci olarak ise: Buradaki yardım ve zaferden murâd, onlara eziyet edenlerden, intikamlarını almaktır. Bunun, onların hazır bulunduğu anda veya gıyabında ya da ölümlerinden sonra olması birşeyi değiştirmez. Allah Teala'nın, Yahya, Zekeriyya ve Şuâ'yâ'nın katillerine yapmış olduğu gibi. Onlara düşmanlarını musallat ederek, küçük düşürüp, kanlarını döktürmüştür. Allah Teala'nın Nemrut'u da güç ve kuvvet sahibi olana yakışır bir şekilde aldığı zikredilmiştir. Mesih'i (a.s.) çarmıha germeyi isteyen yahudilere ise Rumları musallat etmiş, Rumları yahudilere karşı üstün getirerek, yahudileri zillete düşürmüştür. Sonra Meryem oğlu İsa (a.s.) kıyamet gününden önce inecek ve adil bir imam olarak hükmedecektir. Deccal ve onun yahudi askerlerini öldürecektir. Domuzu öldürüp, haçı kıracaktır. Cizye koyacak ve İslam'dan başka hiçbir şeyi kabul etmeyecektir. Bu çok büyük bir zaferdir. Allah'ın mahlukları üzerinde eskiden günümüze kadar süregelen sünneti budur. O mü'min kullarına dünyada yardım eder ve zafer verir. Onlara eziyet edenlerden intikamlarını alır." (İbni Kesir) Bu yorumu, Allah Teala'nın: "Senden önce, bir çok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara apaçık deliller getirdiler, dinlemeyip suç işleyenlerden intikam aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu." (Rûm, 47) kavli celili desteklemektedir.
Zaferin manasını belirleme konusunda, Hicrî üçüncü yüzyılda büyük müfessir İmam Taberi'nin ortaya attığı mesele, bugünkü meselenin aynısıdır. Halbuki bugüne kadar zafer kelimesinin önemli birçok manası yok olmuştur. Zafer kelimesinin anlamını yönetimi ele geçirmek ve koltuğa oturmak gibi dar bir alana hasr edilmiştir. Bütün hareketlerini bu gayeye göre yönlendirmiş; onlar olmaksızın zaferin gerçek anlamda tahakkuk edemeyeceği birçok asılı terketmişlerdir. İşte burada İmam Taberi, davetçilere eziyet edenlerden intikam alınmasının, dünyadaki zaferin tâ kendisi olduğunu zikrediyor. Hatta bu intikam hayatlarında onların elleriyle alınmamış olsa dahi... Bu durum sonunda, Allah'ın izni ile tam olarak zafere ulaşmaya sebeb olacaktır. Zaferin bu çeşidinin müjdeleri artık gizlenemez bir şekilde ortaya çıkmıştır. Davetçiler, zalimlerin zulmünün ve hükümlerinin uzun sürmesine bakarak ümitsizliğe kapılmamalıdırlar. Firavun, Hâmân ve askerleri nerededirler? Nemrud, Ebu Leheb ve Ebu Cehil nerededir? Hülâgü ve Muiz el-Fatimi nerededirler? Atatürk, İran Şahı, Sedat ve Numeyri nerededir? Marx, Samoza ve Duwalie nerededirler? Bunların ahiretten önce dünyadaki sonları nasıl olmuştur?!! Tağutlar ibret almazlar mı? Davetçiler Allah'ın tağutlardan kendilerinin intikamını alacağından ve onları yürümüş oldukları zafer yolundan kaldıracağından emin olmalıdırlar. İşte genç şair Velid el-A'zami tağutlara sonlarını hatırlatarak şöyle sesleniyor:
"Ey mal ve mevkinin kendisini şaşırttığı kişi, senden önceki Firavun ve avanesini unutma. Gezdiler, dolaştılar, aldılar, sattılar ve azdılar, milyonlar, milyonlarca kişiyi alaya aldılar. Allah'a karşı savaştılar ve yüzleri karardı. Bütün müstebidlere örnek oldular. Kalbi ve basireti olanlar ibret alsınlar. Bizi yoketmek için yürüyenler yavaşlasınlar." (Eğâni'l-Muâreke, Beyârikü'n-Nasr)
Eğer Allah, tağutları dünyada cezalandırmak istemezse, hiç şüphe yok ki, ahirette onları boş bırakmaz. Bunun için Allah Teala, zalimlerin zulmünden haberdar olduğunu ve onları kısas günü için tecil ettiğini bildirmek suretiyle davetçilere güven vermiş ve şöyle buyurmuştur:
"Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma, gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir. O gün başları kalkmış, gözleri kendilerine dönemeyecek şekilde sabit kalmış, gönülleri bomboş halde koşup duracaklardır." (İbrahim, 42-43)
Abdulhamid Bilali