İSLÂMDA ÖRTÜNME
(TESETTÜR)

Bumes’ele birçok garblı yazarların tenkitlerine uğramış bir mes’eledir. Onlar, örtünmeyi bir türlü kafalarına sığdıramıyorlar. Fakat Kur’ân-ı Kerîm onu, ancak ahlâk ve namusu korumak maksadıyla emretmiştir. Düşünelim: Tehlike arzeden herhangi bir şeyle savaşmak için hürriyeti tahdid pahasına bile olsa kanunlar vaz’edilir. Halbuki insandaki behimî ve şehevî his birçok tehlikeli şeylerden daha tehlikelidir. O halde bu en büyük tehlikeye karşı niçin bir kânun vaz’edilmesin? Vaz’edilmesi gayet normal ve makûldür. Demek ki örtünme şehvetin tehlikesini azaltan İlâhî bir tedbirdir.

Yanlış düşünen bazı kimseler, âyet ve hadîslere isabetsiz mânâlar vererek İslâm’da örtünmenin yeri olmadığını iddia ederler. Şimdi İslâma iftira edenlerin yalanlarını meydana çıkartmak için, bu mevzuda İslâm’ın açık ve kesin hükmünü bildiren birkaç âyet-i kerimeyi ele almayı faideli buluyoruz.
Birincisi:


Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, geniş ve uzun elbiselerini vücüdlarının her tarafına indirmelerini söyle. Bu, onların tanılıp eza edilmemelerine daha uygundur. Allah gafûr ve rahimdir.
(Ahzâb 59)

Bu âyet-i kerîme, Müslüman kadınlardan elbiselerinin uzatılmasını, göğüs, sırt, kol ve bacaklarının kapatılmasını istemektedir. Âyet’e göre bunun hikmeti de namuslu kadınların, fuhuş yapan kadınlardan tanılıp ayrılmaları; fâsıklar tarafından gelen eziyetten mahfuz kalmalarıdır. Zira açık saçıklık, onları da kötü kadınlar gibi gösterir. Böylece fâsık kişilerin behimî hislerini tahrik ederek, sözle veyahut fiil ile o zayıf ve nahif mahlûklara sataşmalarına yol açar.
İkincisi:


Mü’min erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar. Mahrem yerlerini fuhuştan korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz bir harekettir. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilendir.

Mü’minkadınlara da söyle, gözlerini  << harama bakmaktan >> sakınsınlar. Irzlarını korusunlar zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı - yüzler ve eller - müstesnadır. Baş örtülerini, yakalarının sütünü (kapayacak surette) koysunlar...

Gizli ziynetleri bilinsin diye, yürürlerken ayaklarını da yere vurmasınlar. Hepiniz Allah’a dönün ey mü’minler, tâ ki umduğunuza nâil olasınız.

(Nûr  30, 31)
Bu iki âyet erkeğe de, kadına da birbirine bakmamalarını emrediyor. Ayrıca kadınlara başlarını örtmelerini ve örtüsünün fazlasını da boyun ve yakayı kapamak üzere aşağıya indirmelerini emretmektedir. Âyet-i Kerîme örtünmenin terkine asla müsaade etmez. Ancak üç gurub müstesna. Kadın onların huzurunda örtünmeye mecbur değildir.

Birincisi: Kadına nikâhı olmayan akrabaları.

İkincisi: Rüşd çağına ermemiş çocuklar.

Üçüncüsü, ise kendisinde erkeklik hissi olmayan erkek lerdir.

Âyet, bu İlâhi hükmün doğruluğunda ve hikmetinde şüpheleri bulunanlara şöyle der:
Allah mahlûklarının huy ve tutumlarını kendilerinden daha iyi bilendir. Onun içindir ki, örtünmeyi emretmiştir.

Üçüncüsü:


Ey Peygamberin zevceleri! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan korkuyorsanız nâmahrem erkeklerle yumuşak konuşmayın. Sonra kalbinde nifak bulunan tamaa düşer. Yani kötü bir mânâ anlar. Sözü ma’ruf veçhile söyleyin. (Vekar ile) evlerinizde oturun. Eski cahiliyet devri gibi açılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah ve Resûlüne itaat edin.  (Ahzab  32, 33)


Bu âyetlerdeki hitap, doğrudan doğruya Efendimizin zevcelerinedir. Cenab-ı Hak, onlara: Evlerinize sahib olun, cahiliyet devrinin kadınları gibi olmayın. Hal icabı olarak erkeklerle konuştuğunuz zaman ciddî ve kısa konuşun. Namaz ile zekât gibi islâmî sembolleri yerine getirin. Ve Allah’ın tayin ettiği hudutları da aşmayın, diye emretmektedir. Çünkü bütün bunlar, manevî temizliğin, töhmetten ve fâsıkların kötü niyetlerinden selâmette kalmanın yegâne çâresidir.

Bâzı kimseler, bu iki âyetteki hitabın yalnız Peygamberin zevcelerine müteveccih olduğunu ve dolayısiyle hitabdaki hükümlerin de Peygamberin zevcelerine has olduğunu tahmin etmektedir. Fakat bu tahmin ap-açık bir hatâdan ibârettir. Zira Resûlullah Efendimiz, Müslümanlar için en güzel
bir nümûne-i iktida ve enyüce bir örnek olduğu gibi, zevceleri de diğer Müslüman kadınlar için yüce örneklerdir. Madem Efendimizin tertemiz ve örnek olan zevceleri için en ihtiyatlı ve en sağlam yol budur ve bu hükümlere göre amel etmeleridir; elbette bu hükümler, iffet babında Zevcât-ı Tâhire’den çok geride olan diğer Müslüman kadınlar için de zarûrî ve şarttır.

Erkek ve kadınların birbirine karışmaları ya her iki tarafta da şehvânî hissin artmasına ve cosmasına sebebiyet verir, veyahut o hissin zayıflamamasına ve büyük çapta azalmasına müncer olur. İkinci şık, cinsî ve şehvânî hissin soğumasına, sönmesine yol açar. Bu soğuma ise, bizatihi bir hastalıktır. Ona yakalananlar arazlarından şifâ bulmak için doktorlara baş vururlar.

Bu cinsî soğuma, iki tehlikeli sonuç doğurur: Birincisi, cılız, cüce ve geri zekâlı bir neslin türemesi. İkincisi ise, cinsî sapıklığın yayılıp gelişmesidir.

Kendilerine «kadın müdâfileri» adını takanlârın, bir sürü mugalâtalı sözleri vardır. O mugalâtaların başında da şü iddiaları geliyor: Kadının evine bağlanması, ev kadını olması, cemiyetin yarısını felce uğratmaktır. Onlar böyle söylerler. İleri sürdükleri bu iddia, ancak kadının evde hiç bir işi olmazsa doğru olur. Halbuki ev işlerini nizâm ve intizâm altına sokması, kocasının ve çocuklarının çeşitli ihtiyaçlarına hakkiyle bakması onun bütün vaktini işgal eden vazifelerdir. Hattâ bâzen ev içindeki vazifeleri o kadar çoğalır ki, zamanına sığmaz olur.

Artık bu durum muvacehesinde, bâzı kimselerin kadının eve bağlanması cemiyetin yarısını felce uğratmak demektir, diye iddia etmesinin ne kadar gerçekten uzak olduğunu takdirlerinize havâle ediyorum.

İslâm nazarında kadının savaşa katılabilmesine gelince o, zaruretin icâbı olarak müstesnâ bir durumdur. Hattâ katılma, kadınlıkla mütenâsib bir hizmet şeklinde olur. Meselâ ordunun gerisinde hasta ve yaralılara bakması gibi.

Erkek ve kadınların birbirlerine karışmalarında dinî mahzur görmeyenler hatâdadırlar. Hatâlarının da esas menşei, istisnayı teşkil eden hallere küllî kâideler imiş gibi bakmalarıdır. Ve bâzen de fertlerin yaptıklarını dinî bir esas imiş gibi kabûl etmeleridir. Halbuki her ikisi de yanlıştır.

 

 

İSLAMİ  ARAŞTIRMALAR


Sadreddin Yüksel     

sayfa 88 - 93

 

Yorumlar (0)