Mülk Allah'ındır; O'nun eşi ve benzeri yoktur, şirkten münezzehtir. Yaratan ve yaşatan O'dur; emir ve talimat veren, kanun ve şeriat vaz'eden O'dur; Hüküm koyma, öldürme ve diriltme O'na mahsustur; şeriat'ına uyanları cennetine, uymayanları cehennemine koyacak olan O'dur. Hasılı herşey O'nundur; O, herşeye kadirdir... Amenna ve saddakna!
Hayatın manası:
Hayatın manası ve yaratılışın gayesi; insanın Rabb'isine kul olması, kanunlarına uyması, ibadet ve ubudiyyette bulunmasıdır. Dünya ve dünya nimetleri gaye değil, birer vasıtadır.
Allah'a kul olmanın yolu:
Allah'a kul olmanın yolu ve ölçüsü "Din"dir.
Ta'rifi: Din, Allah kanunudur; hakkı ve batılı, küfrü ve imanı, zulmü ve adaleti, helalı ve haramı, dünyayı ve ahireti; elhasıl saadeti ve şekaveti tarif ve beyan eder!..
Tarihi:
Dinin tarihi, insanlığın tarihiyle başlar. Dinin ismi, "Islam"dır. Ilk insan, ilk müslüman ve ilk peygamber Hz. Adem'dir. Aynı din böyle başlamış, bütün peygamberler tarafından tebliğ edilmiş ve son Peygamber Hz. Muhammed'le mükemmel şeklini almıştır...
Muhtevası:
Din; genelde şu dört muhtevaya sahiptir: Akide, ibadet, muamelât ve ceza.
Iman ve ibadet meseleleri mâlum!
Muamelât meselelerine gelince: Insanın maddesiyle, ailesiyle, hemcinsiyle, günlük işleriyle, devletiyle, gayr-i müslimle; hasılı beşikten mezara kadar bütün hareket ve münasebetleriyle ilgilenmiş ve herbirine dair kanunlar, hükümler ve müeyyideler getirmiş, zaman ve mekân farkı gözetmeksizin, kıyamete kadar bu kanunlara uyulmasını emretmiştir, uymıyanları âsi ve bağı addetmiş, hatta yerine göre kâfir saymıştır. Işte bütün bunlara toptan "Islam Hukuku" ismi verilir.
Ceza bölümü ise: Üzerine düşeni yapmıyan, hakkına razı olmayan ve başkalarının hak ve hukukuna tecavüz edenler için yaptırıcı güç ve ceza-i müeyyidelerdir. Bunlara da "Ceza Hukuku" denir.
Parçalanamaz:
Islam dini, bütün bunların terkibinden ibarettir. Bu dört unsuru birbirinden ayırmak mümkün değildir; bunlar bir bedenin uzuvları gibi, bir bütün teşkil ederler. Öyle ki, birinin yokluğu hepsinin yokluğu demektir. Ve insanı kâfir yapar. Bu noktadan hareketle:
Dini devletten ayırmak mümkün değildir. Zira Islam'da din-devlet bütünlüğü vardır; Islam hem dindir, hem devlettir, hem ibadettir, hem siyasettir, hem dünyadır, hem ahirettir, hem mahkemedir, hem mektebtir, hem camidir ve hem üniversitedir...
Bu itibarladır ki, dini devletten ayırmak demek, ruhu bedenden ayırmak demektir. Bedenden ruh ayrılınca, beden işe yaramıyacağı gibi, devletten din ayrıldığı takdirde din de işe yaramaz. Çünkü, devlet, dinin yaptırıcı gücü ve aynı zamanda muhafız askeridir. Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Yemin olsun ki, bu din lime lime çözülecek; ilk çözülen ahkâmdır (şeriat'tır), son çözülen de namazdır." (A. Hanbel, 4/232, 5/251)
Ve yine bu itibarladır ki, siz Islam dinini; hristiyanlığa, yahudiliğe benzetemezsiniz. Zira onlarda devletle ilgili hükümler genelde yoktur. Binaenaleyh, bu dinler laik düzenle bağdaşırsa da Islam dini asla!..
Isbata gelince:
Islam dininin hem din hem devlet olduğunu isbat eden deliller çok olduğu gibi, bir çok ilim adamlarının şehadetiyle de sabittir.
Bunlardan bir kaçına işaret edelim:
1- Islam'da din-devlet bütünlüğü kitab, sünnet ve icma-i ümmetle sabittir. Kur'an'da bu mevzuda birçok ayetler vardır. Ezcümle:
a) "Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiç bir isbatlayıcı delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm (kanun koyma) yalnızca Allah'a mahsustur. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Doğru din, işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40)
b) "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır." (Ahzab, 36)
c) "Gerçekten Allah'a ve Resulü'ne karşı (onların koydukları kanun ve sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışarak başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerinin alçaltılması gibi onlar da alçaltılmışlardır. Oysa biz apaçık ayetler indirmişizdir. Kâfirler için küçültücü bir azab vardır." (Mücadele, 5)
d) "Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler. Oysa onlar, onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister." (Nisa, 60)
e) "Hayır öyle değil, Rabb'ine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı bulmaksızın tam bir teslimiyyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar." (Nisa, 65)
f) "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resulü'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer herhangi bir şey hakkında çekişmeye (anlaşmazlığa) düşerseniz, onu Allah ve Resulü'ne götürün, eğer Allah ve ahirete inanıyorsanız. Bu sizin için daha hayırlı ve netice itibariyle daha güzeldir." (Nisa, 59)
g) "Bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde onun hükmü Allah'a aittir. O, benim Rabb'imdir; ancak O'na tevekkül eder ve ancak O'na yönelirim." (Şura, 10)
h) "... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmiyenler kâfirlerin ta kendileridir." (Maide, 44)
2- Hadis-i Şerif'ler:
"Bizim dinimizde olmayan bir şeyi bir kimse yaparsa, o merduttur (yani reddedilir)."
"Ebğazünnasi ilallah, (yani insanlar arasından Allah'ın en çok buğzettiği) o kimsedir ki, Islam dininde olduğu halde cahiliyyet sünnetini (yani cahiliyyet adet ve kanunlarını) arar." (Buhari, Ibn-i Abbas'tan)
"Hz. Muaz Allah Resulü'ne (s.a.v.) sorar: Başımızdaki amirler şayet senin sünnetine, senin getirdiğin emir ve hükümlere uymazlarsa, bize ne emredersin, sualine cevaben Allah Resulü: Allah'a itaat etmiyene itaat yoktur, dedi." (Ahmed b. Hanbel)
Maide, 50. ayetin tefsirinde şöyle denmektedir: Bir şeriat var bir de cahiliyyet var. Bir kanunun vazii Allah ise şeriat'tır, insanlar tarafından vazedilmiş ise ona da cahiliyyet ismi verilir. Ve şöyle denir: Her hayrı ihtiva eden ve her şerri reddeden Allah'ın şeriat'ını terkedip de kendi heva ve heveslerine göre istilahlar vazeder, hükümler ve kanunlar getirirse işte bunlar kâfir olmuşlardır, bunlarla savaşmak vacibtir, taki Allah ve Resulü'nün hükümlerine dönüp diğerleriyle hükmetmeyi terkedinceye kadar. Diğerleri, ister az olsun ister çok olsun, mesele değişmez. Zira kanun koymada, hüküm vazetmede Allah'tan daha güzel, yani daha âlim, daha adil ve daha merhametli kim vardır. Inananlar için bu, böyledir.
Ayetin meali şöyle:
"Onlar, cahiliyyet hükümlerini (kanunlarını) mı arıyorlar. Hüküm koymada Allah'tan daha güzel kim vardır? Sağlam bilgiye sahib olanlar için bu böyledir."
Yukarıdaki ayet ve hadislerde görüldüğü üzere, devlet Islam'ın dışında değil, içindedir; Islam dininin bir bölümüdür, Islam hukukunun bir parçasıdır. O derece ki; iman meseleleri, namaz, oruç, hac gibi ibadet meseleleri nasıl Islam'ın birer emri, yerine getirilmesi gereken birer farize ise, devlet meselesi de Islam'ın bir emri olup yerine getirilmesi gereken bir farizesidir. Ve nihayet müslümanlar, Islam hukukunun usul ve kaidelerine göre, Islamî bir devlete sahip olma sorumluluğu altında bulunmaktadırlar.
Şu da bir hakikattır ki, Allah, kendine iman edenlerin, kendi hüküm ve kanunlarından başkasiyle hükmetmelerine; başka bir ifade ile; Allah, kendisinin indirdiği ve gönderdiği kanunlardan başkasına boyun eğip rıza göstermelerine asla müsaade etmez. Hatta kendisinin kanunlarının dışıdnaki bütün kanunlara küfredilmesini, yani inkâr edilmesini emreder.
Kur'an şöyle der:
"Sana indirilen Kur'an'a da senden öncekilere indirilmiş olan kitaplara da iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bir bakmadın mı? Ona küfretmeleri emrolunduğu halde tağutun önünde muhakeme olmayı isterler. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla saptırmak ister." (Nisa, 60)
Kim Allah'ın indirdiğinden başkasiyle hükmederse o "Tağut" olur. Tağut bir Kur'an terimi olup haddine tecavüz eden, ukâlalık yapan, Allah'a karşı baş kaldıran ve nihayet Allah kanunlarını tanımayıp kendi kafasına göre kanun koyan kişi veya kişilere denir. Bir başka ifade ile; şeriat nizamını bırakıp da herhangi bir izime, bir sisteme, mesela demokratik bir kanuna gitme "Tağuta" gitme demektir.
3- Icma delili:
Islam'ın hem din, hem devlet olduğu, icma delili ile de sabittir. Şöyle ki: Asr-ı Saadet'ten cumhuriyet devrine kadar, Islam aynı zamanda devletti ve anayasasında "Devletin dini Islam'dır" maddesi vardı. M. Kemal'in ihanetlerinden biri de bu maddeyi kaldırmış ve devleti resmen ve alenen dinsiz bırakmış olmasıdır.
Demek oluyor ki, Islam'ın aynı zamanda devlet oluşu kitap, sünnet ve icma-i ümmet'le sabittir. Kabul etmiyenler kâfir olur; dinleri de gider, nikahları da. O hal üzere ölenlerin namazları da kılınmaz.
4- Ilim adamları:
Müslümanların yanıldığı fahiş hatalardan biri de bu meseledir. Şöyle derler: Din ayrı şeydir, devlet ayrı şeydir. Keza onlara göre din, Allah ile kul arasında bir vicdan işidir. Dinin dünya ile, dünya işleriyle bir alakası yoktur. O camide olup bitendir...
Bu fikir, Islam dininin ruhuna da aykırıdır, metnine de... Hiç bir Islam alimi bunu söyliyemez ve bu Islam'a şeni bir iftiradır. Hatta Islam'ı tetkik eden gayr-i müslim ilim adamları bu hakikatı itiraftan kendilerini beri alamamışlardır. Işte bunlardan sadece bir kaçı:
1- "Islam, sadece bir din değil, aynı zamanda siyasî bir nizamdır." (Dr. V. Fitzgerald, Muhammedan Law, c. 1, s. 1)
2- "Hz. Muhammed, bir vakitte hem dini hem devleti tesis etti ve bu iki müessesenin sınırları birbirine uygundur." (C. A. Nalino-Cited by Sir T. Arnold in his book: The Caliphate, s. 198)
3- "Islam, dinin ötesinde aynı zamanda siyasî bir nizamı temsil eder. Sözün özü, Islam, din ve devlete şamil mükemmel bir ilim hazinesidir." (Dr. Schacht, Encyclopaedia of social sciences, Vol. VIIIP 333)
4- "Apaçıktır ki, Islam, hem din hem de siyasettir. Onu tesis eden hem bir Peygamber'di hem de bir devlet adamı..." (R. Strothmann, The Encyclopedia Iv., s. 350)
Islam dini bir bütündür:
Evet, görüldüğü üzere Islam dini bir bütündür; bölünüp parçalanamaz. Onun özünde ve yapısında devlet vardır; dinle devlet birbirini tamamlayan iki unsurdur. Ruhla beden gibidirler. Ruhla bedenin ayrılması nasıl ölüm meydana getirirse, dini devletten ayırma da dini devletsiz, devleti de dinsiz bırakır.
Islam, laik rejimle bağdaşmaz:
Bu mevzuda Dr. M. Faruk En-Nebhan tarafından kaleme alınan ve Prof. Dr. Servet Armağan tarafından da tercüme edilen kitapta şu satırları okumaktayız:
a) "Islam dininin başlangıcından modern asra kadar Islam tarihini tetkik edecek olursak, Islam devletinin dinden ayrılmadığını ve dinin, devletin en baş dayanağı olduğunu görürüz...
Islam uleması, din işlerini tanzim eden hükümlerle dünya işlerini tanzim eden hükümler arasında ayırım yapmamışlardır, onların hepsine birden "Şeriat hükümleri" ismini vermişlerdir. Bu itibarladır ki, dinî veya hukukî veya idarî işlere tealluk eden hükümler arasında fark yoktur. Bütün bu hükümler, şahıslar için değiştirme ihtimali olmayan bağlayıcı hükümler kabul edilmekte, insanlar onları kendi rızalarıyla tatbik etmektedirler. Ve çünkü böylece Rabb'leri kendilerinden razı olmakta ve bu suretle O'nun emirlerini yerine getirmiş bulunmaktadırlar."
b) Mahmut Şeltut; Islam devleti hakkındaki açıklamalarında şöyle demektedir:
"Ibadet ve muamelat, ictimaiyyet ve iktisat, idare ve siyaset, barış ve harb ile ilgili Islam'ın hükümleri gösterir ki, bunlar tabi olunması vacib olan bir dindir; terkinde ve fiilinde ferdin alternatifi yoktur. Ayrıca Islam'ın siyasî, iktisadî ve ictimaî hükümlerindeki bağlayıcılık, beşerî hükümlerinkinden daha kuvvetlidir. Islam'da herşey dinidir. Inanç ve ibadet istilahını da Islam siyaseti diye isimlendirmek mümkündür. Genel muamelata tealluk eden her şey dindir; ictimaiyyat ve iktisadiyyatı da Islam siyaseti diye isimlendirmek mümkündür..."
O halde din ile devlet ayrılığını isteyen görüş yabancıdır; Avrupa'dan ithal edilmiştir. Tıpki eşya ithal eder gibi. Daha sonra ülkelerimize yayıldı ve bazıları onu, (laikliğin) doğuşunu ve kaynağını araştırmadan lehinde tavır takındılar ve benimsediler. (Islam Anayasası ve Idare Hukuku)
Islam'da din ve devlet ayrılmazlığı:
Tekrar ediyorum: Islam; hükümlerinin bölünmesini, bir kısmının tatbik edilip diğer bir kısmının terk edilmesini kabul etmeyen, hayatın her safhasına ve bu meyanda devlete ait hükümleri bulunan, son ve kâmil bir dindir, bir nizamdır.
Laiklik ise; dinî bağlardan kopmak, dinden ayrı olmak demektir. Laikler; bizzat laikliği, "Dinin devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmaması" diye tarif etmektedirler. Onların bu tarifine göre de laik devlet, dinin karışmadığı, dinden ayrı bir devlettir. Yani onlar için din ayrı devlet ayrıdır.
Lisanımızda dinden ayrı, dinin haricinde olan her şeye dini olmayan, yani dinsiz derler. Birisi kalkıp, "Din ayrı ben ayrıyım, din bana karışmaz, ben dine karışmam" dese, bu insana biz, dine uymayan, dinden uzak, yani dinsiz deriz değil mi?
Bir devletin ya dini vardır, dinî bir devlettir. Ya da dini yoktur, laik bir devlettir. Bu şüphe götürmeyen bir hakikattır.
Bütün bunlara rağmen; rütbeli, yüksek makamlı, hatta sarıklı bir kısım insanlar, "Laikliğin dinsizlik olmadığından ve (haşa) Islamî anlayışla bağdaşacağından" bahsetmektedirler.
Bir de müslümanlar şöyle aldatılmaktadır: "Efendim! Laiklik niçin dinsizlik olsun? Camiler açık, namaz kılıyorsunuz, oruç tutuyorsunuz..." veya "Hiç laiklik dinsizlik olur mu? Sizi kandırıyorlar. Devlet işinde çalışan bunca memur, işçi, asker müslüman değil mi?" Bu ve daha nice benzeri laf canbazlığıyla geniş halk kitleleri aptallar yerine konmaktadır.
Bütün bunlardan anlaşıldı ki, Islam dini laik rejimle bağdaşmaz. Ve bu iki rejimi ilmî bir şekilde tetkik eden insaflı bir çok ilim adamları bu gerçeği açık açık kabul ve ifade etmektedirler.
Bunlardan bir kaçı:
1- Çetin Özek:
Çetin Özek şöyle diyor: "Yeni Türkiye'nin siyasî kuruluşu, Islam'ın siyaset prensiplerine aykırıdır. Islam dini, siyasî ve dini iktidarın bir elde toplanmasını ve dinin emredici fonksiyonunu gerektirir. Laiklik ve laik düzen, bu bakımdan tüm olarak, Islamiyet'e, şeriat'a ve dine aykırıdır. Bilhassa Türkiye'deki uygulanışı, bir bütün olarak dinsizliği gerçekleştirici bir mahiyyet kazanmış bulunmaktadır..." (Türkiye'de Laiklik, Gelişim ve Koruyucu Ceza Hükümleri)
2- Prof. Dr. Osman Turan:
Bu zat; "Türkiye'de Manevî Buhran, Din ve Laiklik" isimli kitabın 63. sayfasında şu satırları kaydetmektedir:
"... Kanunların millî bünyeye, örf ve adetlere uyması zarureti dolayısıyledir ki, aynen ve hiç üzerinde durulmaksızın terceme ettiğimiz Isviçre medenî kanunu, bugün artık ciddi bir şikayet ve düzeltme mevzuu olmuştur. Böylece Avrupa'nın tarihî ve ictimaî şart ve zaruretleri icabı vücut bulan bir çok müesseseler gibi, laikliğin de oraya mahsus bir tekâmül olduğunu, Türkiye'de ne din ne vicdan hürriyeti ve ne de hukukî bir serbestlik bakımından böyle bir ihtiyacın mevcut olmadığını göstermiş oluyoruz. Nitekim, her memleketten ziyade vicdan hürriyetinden faydalanan Ingiltere, bu durumu laik bir anayasaya borçlu olmadığı gibi, fiilî duruma hukukî bir şekil vermek için de laik bir devlet haline inkilab etme lüzumunu da hissetmemiştir."
3- Nurettin Topçu:
Nurettin Topçu; liselerde sosyoloji ders kitabı olmak üzere hazırladığı kitapta şu satırları kaydetmiştir:
"... Aynı şekilde bir devlet, siyaset işlerini dinin emirlerinden büsbütün ayırmak suretiyle laikliği takib ettiği halde, halkın en koyu dindarlığına ve din sahasındaki her türlü fikir mücadelelerine karşı gelmez.
Onlar hakkında tam manasiyle müsamaha kullanılır. Ancak meselenin Islam dünyasına ait bir özelliği vardır ki, o da Islam dininin hristiyanlıktan farklı olarak, dünyaya ait hükümleri ihtiva etmesi ve mü'minlerinden bu hükümlerin dünya işlerinde de yerine getirmelerini emretmesidir..."
Nurettin Topçu, bu satırlarında demek istiyor ki, hristiyanlık laik rejimle bağdaşırsa da, Islam dini bağdaşmaz, bağdaşmasına da imkân yoktur.
Müslüman milletler ve sahib oldukları nimetler:
Rabb'ülâlemin Hazretleri, Islam alemine ve bu arada Anadolu insanına vermiş olduğu nimet ve imkânı dünyanın diğer millet ve devletlerine vermemiştir.
Mâlum bir keyfiyyettir ki, nimet ikidir: Biri madde diğeri manadır. Ne maddesiz mana bir şeye yarar ve ne de manasız madde bir şeye yarar! Tıpki ruhla beden gibi; Ruhla bedenin bir araya gelmesi nasıl insan hayatını meydana getirirse, madde ile mananın terkibi de insan şahsiyyetini, insan faziletini ve insan şerefini meydana getirir.
Ey müslüman! Bilmelisin ki:
Mana yönünden de madde yönünden de en büyük ve en isabetli nimetler senin elinde ve senin önünde!
Din ve iman nimeti, kitap ve sünnet nimeti, Peygamber ve sahabe nimeti, ilim ve medeniyyet nimeti, hukuk ve teşri nimeti, siyaset ve adalet nimeti ve nihayet tarih ve kültür nimeti.
1- Din ve iman nimeti:
Sen öyle bir dine bağlı ve öyle bir imana sahibsin ki, her yönüyle mütekâmil, eksiği ve noksanı yok, ilim ve mantıkla, akıl ve teknikle çatışan tek tarafı yok; üstelik bütün bunları emir ve tavsiye etmekte, ilim adamlarının kaleminden akan mürekkebi şehitlerin kanıyla tartmakta, keşif ve buluşlar yolunda atılan her adımı cihad ve ibadet saymakta, yaptığı herhangi bir işte, kişinin aynı zamanda sevab almasının, o işi güzel, düzgün ve muhkem yapmasına bağlamakta, ilim tahsili için zaman ve mekân sınırı tanımamakta; "Beşikten mezara kadar ilim arayın!" demekte, "Ilim ve hikmet müslümanın kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa oradan almaya herkesten daha haklıdır!" diyerek keşfedilmiş ilimlerden de elde edilmiş buluşlardan da faydalanmasını tavsiye etmektedir.
2- Kitab ve sünnet nimeti:
Ey müslüman! Sen Kur'an gibi bir Kitab'a, sünnet gibi bir tefsire sahibsin! Her ayeti bitip tükenmeyen bir hazine ve bir ilm-i küldür. Insanoğlunun itikadî, hukukî, siyasî, iktisadî neye ihtiyacı varsa onun en mükemmelini getirmiştir, tefsir ve izahını Peygamber (s.a.v.)'e ve onun ümmeti arasındaki ulemaya havale etmiştir. Hakikatın bu merkezde olduğunu dost-düşman insaf ehli kabul ve itiraf etmektedir. Bu babda Merhum Eşref Edib tarafından hazırlanmış "Garb Mütefekkirlerine Göre Kur'an-ı Kerim" isimli kitabı okumak kâfidir.
3- Ilim ve medeniyyet:
Bu hususta da sadece birkaç örnek: Başka milletler, işgal ettikleri yerlerdeki kütüphane ve eserleri imha ederken, yakar, nehirlere dökerken müslümanlar, fethettikleri yerlerdeki kütüphane ve eserleri korumuşlar, değerlendirmişlerdir. Eğer batı dünyası bugün eski Yunan medeniyyet ve felsefesine sahipse, müslümanların himmet ve gayretlerine medyundur. Ayrıca müslümanların ilim ve medeniyyete, fevkalâde hizmet ettiklerini görmek isterlerse, Endülüs ve Bağdat medreselerini ve buralardaki ticarî ve ziraat faaliyetlerini görmeleri ve okumaları kâfi gelecektir.
4- Hukuk ve teşri nimeti:
Kemalistler, hukukun üstünlüğü prensibinden sık sık bahsederler. Bunlara sormak lazım: Bunlar hukuku bulsunlar da ondan sonra üstünlüğünden söz etsinler. Üstün hukuk dedikleri şey, acaba on senede bir değiştirdikleri hukuk mu? M. Kemal'in zulüm ve diktatörlüğüne dayanan hukuk mu? Kadın ticareti yapmaya müsaade eden hukuk mu? Kendi karısını başkalarının kolları arasına verip dans ettiren hukuk mu? Anasıyla bile zina etmeyi, gönülleri olduğu takdirde, suç saymıyan hukuk mu? Grev ve lokavt gibi kaba kuvvete başvurarak hak almaya cevaz veren hukuk mu? Çocuk-kadın demeden, hasta-sağlam ayırt etmeden top güllelerine, hava saldırılarına müsaade eden hukuk mu?..
Evet bunlardan hangisi üstün hukuk? Beyler! Siz, daha hukukun ne demek olduğunu bilmiyorsunuz? Bunlar hukuk mudur? Asla! Bunlar zulmün ve vahşiliğin ta kendisidir. Bunların hakkı saygı duymak değil, çöp sepetine atılmaktır.
Yanlış kapı çalıyorsunuz beyler! M. Kemal'lerin ve uşaklarının masa başlarında aldıkları karar ve prensiplere dayanan kanun ve anayasalar mı sizin hukukunuzu sağlıyacak? Ismet Paşa bile dayanamıyarak elini masaya vurmuş, "Bu memleket daha ne zamana kadar masa başlarından sarhoşların aldıkları kararlarla idare edilecektir?!." demişti.
Ey parti liderleri! O halde ne hukukunuz da hayır var ne de sizde! Cahilsiniz, hem de öylesine! Üstün hukuku bilmiyorsunuz! Yukarıda dediğimiz gibi, yanlış kapı çalıyorsunuz! Çünkü, aciz ve cılız insan kafası hukuk tayin edemez! Hele hele sizin gibi namusunu kıskanmıyanlar!
O halde geliniz de Allah'ın kapısını çalınız da üstün hukukun ne demek olduğunu bir görünüz! Islam'ın kendi kaynaklarına ve kendi ulemasına iltifat etmiyor ve inanmıyorsunuz, bari hiç olmazsa günün meftunu ve hayranı olduğunuz batılıların dünkü hukukçularının sözlerini dinleyiniz de Islam hukukunun nasıl ideal bir hukuk olduğunu görünüz! Görünüz de kendinizden utanınız!..
Bunlardan sadece birkaçına işaret edeceğim:
a) Sava Paşa:
Sava Paşa, "Islam Hukuku Nazariyyatı" adlı eserinin 34. sayfasında Peygamberimiz'in, "Ey Nas! Beni dinleyiniz ve sözlerimi zihinlerinize nakşediniz. Size herşeyi Allah'ın emriyle bildirmiş bulunuyorum. Size öyle bir kanun bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça asla dalalete sapmıyacaksınız," mealindeki hadis-i şerif'i kaydettikten sonra diyor ki:
"Islamiyet'te hak olan tek bir şey vardır. O da dindir. Din insanın halikiyle, devletiyle ve kendi nev'iyle mevcut münasebetlerin hukuk-ı esasiyyesini muhtevî umumi bir tabirdir. Bu, ister itikatta, ister ibadette olsun ve isterse dünya işlerinde olsun!..
b) Prof. Rogen:
Isviçreli meşhur hukukçu Prof. Rogen şöyle diyor:
"Islam hukuku beni hayrete düşürdü. Meğer ki, bu bir derya imiş! Biraz genç iken bunlara müttali olmayı ne kadar isterdim. O vakit bunları bütün dünya nazarında tecessüm ettirirdim." (Bedayi tercemesi, Av. Seniyyüddin'in önsözü)